Cumartesi, Şubat 09, 2008

80 Things to Watch in 2008

Facebook Suicides, Eco-Fatigue and Intellectual Luxury Included on JWT’s Annual List

JWT, the largest advertising agency in the U.S. and the fourth-largest full-service network in the world, released its list of 80 things to watch in 2008.

“These people, products, places, services and shifts will help to define 2008,” says Ann Mack, director of trendspotting at JWT. “By examining what will resonate with people or drive their thinking and behavior, we can identify larger patterns that will shape all of our lives in the years to come.”

“Love it or hate it, technology continues to be a common thread on our list,” adds Mack. “It drives the serendipitous randomness that throws up chance connections, groundbreaking discoveries and great business ideas.”

JWT’s list of 80 Things to Watch in 2008, in alphabetical order:

1. Africa (foreign investment and development in)

2. Antibiotic backlash

3. Assisted marriage

4. Beijing 2008

5. Blue replacing green as the environmental movement’s color du jour

6. Brain exercises

7. British actress Keira Knightley

8. Carbon tax

9. Chinese hurdler Liu Xiang

10. Classical musician Gustavo Dudamel

11. Climate sightseeing

12. Continuation of comebacks (Indiana Jones, The Cure, etc.)

13. Cooperative consumption

14. Couch surfing

15. Country branding (Oman, Indonesia, etc.)

16. Designer Phillip Lim

17. De-teching

18. DJ Tiësto

19. DNA-based exercising

20. E-clutter (and e-clutter consultants)

21. Eco-fatigue

22. E-mail étiquette

23. Facebook suicides

24. Fashion label Vena Cava

25. Foreign government investment (e.g., China, UAE) in U.S. companies

26. French President Nicolas Sarkozy

27. Game 3.0 (gamer-generated global gaming)

28. Google’s Android

29. Gossip Girl

30. Gphone

31. Green weddings

32. Higher education online

33. Hip-hop’s Retro Kids

34. Humbling of the hedge fund manager (anti-excess post sub-prime)

35. Hybrid taxis

36. Indian actress Deepika Padukone

37. Intellectual luxury

38. Investigating ingredients

39. Japanese designs (Tsumori Chisato, Uniqlo, Muji, etc.)
40. Kitchen appliances as new power tools

41. Lifestyle curators

42. Lipstick trumping lip gloss

43. Manga-inspired clothes

44. Mobile technology explosion

45. Mobulimia

46. Music as awareness driver; concerts and other residuals as cash cow

47. Musicovery (music tailored to moods)

48. Myanmar

49. Nollywood (the rise of Nigerian cinema)

50. Outsourcing to Ukraine (and other Eastern European countries)

51. Pakistan’s Benazir Bhutto

52. Pantone’s 18-3943 (blue iris)

53. Pets in the office

54. Prius homes

55. Radical transparency

56. Radiohead repeats (name-your-own-price music)

57. Recycling into fashion (Nau, Gary Harvey, etc.)

58. Selfless as the new selfish

59. Sex and the City, the movie

60. Shiny Toy Guns (the band)

61. Skiing in novel spots (Kashmir, Japan, Greenland, Russia, Korea, etc.)

62. Single men saying no to sex

63. Skype sex

64. Smart Cars in American cities

65. SNS (social network service) brand communities

66. Spanish actor Javier Bardem

67. Staycations

68. Sturking

69. Tequila as the new wine

70. The N-11

71. Third screen (the mobile screen) rivaling the first screen (TV)

72. Trans-ertainment

73. U.S. gymnast Shawn Johnson

74. U.S. presidential election

75. Vicarious consumption

76. (Video) Gaming Olympics

77. Virtual gifting

78. Wannabe young Internet entrepreneurs (a.k.a. Mark Zuckerberg copycats)

79. Weak dollar/strong euro

80. Women juggling men

Etiketler: , ,

devamını okumak için tıklayın

Pazar, Aralık 23, 2007

Yılın Yazısı - 2007

Her yıl Aralık ayında, geçen bir yılı düşünürüm. Bir anlamda hatalardan, iyi işlerden kendimce dersler çıkartırım. Yeni yıl planlarımı alt alta yazarım. Geçtiğimiz yıla baktığımda kendimce birkaç kişisel başarım oldu. En önemlisi 13 yıl sonrasında artık aşk nefret ilişkisine dönüşen Marlboro Lights ile yollarımızı bir daha birleşmemek üzere ayırdık. Şu anda tüm arkadaşlarıma ve çevremde bulunan sigara tiryakilerine yeni beni anlatıyorum. Hiçbir zaman geç değil. Yeni yılda siz de biraz bencil olun ve kendi sağlığınızı düşünün.
Yılın Kampanyası: Doritos
Frito-Lay bu sene Super Bowl reklamı için tüketicilerine döndü ve bizlere marka için ne düşündüğümüzü sordu. Oyun öncesi heyecanlı bir yarışa dönüşen web tabanlı projede Frito-Lay’in ajansı Goodby, Silverstein & Partners’a 1,100’den fazla 30 saniyelik full prodüksiyon reklam iletilmiş. Super Bowl haftası reklamların oylandığı sayfa, CrashTheSuperBowl.com, tüketiciler tarafından 600 milyon kere görüntülenmesinin dışında tüm TV showları ve haber kanallarındaydı. Ajans ve müşteri proje boyunca “buzz” yaratmasını ve heyecanı dorukta tutmasını çok iyi bildi. Finalistlerden hangisinin birinci olduğu ya da oyun esenasında hangi reklamın yayınlanacağı bir sır gibi saklandı. Super Bowl sonrasında da word of marketing devam etti. Finalistler, kazandıkları 10 bin dolar ödülleriyle, aldıkları iş teklifleriyle günlük hayatımızdaydılar. Finale kalan reklamlar oyun sonrası Comedy Cental ve MTV’de tekrar tekrar yayınlandı.
Yayınlanması için 2.4 milyon dolar ödenen 30 saniyelik reklamın toplam prodüksiyon maliyetine gelince… "Live the Flavor" reklamını yazan ve yöneten 21 yaşındaki Dale Backus’un toplam harcaması 12.79 dolar. Evet yanlış duymadınız. 2 gün süren çekimlerde öğle yemeği olarak yediği Doritosları da sayarsa yönetmenin toplam harcaması 15 dolar. Maliyetin büyük çoğunluğu da çekimlerde kullanılan Doritos cipslerine gitmiş. Customer generated content projesinin sonuçlarından çok memnun olan Frito-Lay, 2007’de lansmanını yaptığı iki ürününün isim ve lezzet testini gene web tabanlı projeler ile yaptı.

Yılın Viral Video kampanyası: Will it blend?
Kasım 2006’dan bu yana “Will it Blend?” viral videoları 20 milyondan fazla kişi tarafından seyredildi. Blendtec’in ‘Presents with Tom Dickson’ diyerek farklı ürünleri blendırdan geçirdiği komik videolarından sadece iPhone versiyonu YouTube’da 2.7 milyon kere izlendi.

Yılın Ajansı: Leo Burnett, Chicago
Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada, yaratılan kreatif fikrin çalınması, izinsiz kullanılması ya da daha kibar bir deyişle karşılığının verilmemesi yaygın karşılaşılan bir durum. Genelde de böyle bir durumla karşılaşan yaratıcılara üstüne bir bardak soğuk su içmeleri tavsiye edilir. Leo Burnett Chicago herkesi şaşırtarak Fox ve 7-Eleven yöneticilerine yaratıcı fikirlerini The Simpsons filminin lansman konkurunda sunduklarını belgelerle göstererek haklarını yasal yollarla aradılar. Jon Stewart, 7-Eleven dükkanlarının Simpsons filmi öncesi Kwik-E-Mart dükkanlarına dönüştürülmesini şu zamana kadar yapılan en iyi promosyon olarak tanımlamıştı. Leo Burnett ajansının yaratıcı ekibinin arkasında durarak haklarını araması bence alkışı hak ediyor.

Yılın Kitabı: I am America (And so can you!), Stephen Colbert
Yayınlandığının ilk haftasında kitap, 91 bin satış rakamıyla New York Times en çok satanlar listesine girdi. Fakat enteresan olan Colbert’in kitabının yayınlanmasından dört gün öncesinde kitabın Audio-book versiyonunun yayınlanmasıydı. Kimisine göre sesli kitaplar, okumayanlara satış yapmaya çalışmak olsa da esasında ‘I am America’ Audio-book soft lansmanıyla buzz yaratmak ve çifte satışlar hedeflenmiş. Bu yüzden kitap ile Audio-book birbirinin aynı değil, birbirini tamamlar şekilde tasarlanmış. Pazarlama ve satış başarısı dışında yayımcılar 2008’de sesli kitap satışlarındaki satış trendinin artarak devam etmesini bekliyor. 2007 yılında Audio-book satış gelirleri bir önceki yıla göre %6’lik bir artış göstererek 923 milyon dolar oldu.

Yılın kelimesi: Beleş
Amerikalıların ‘There is no such thing as a free lunch’ deyiminin çıktığı 1800lerde patronlar barlarda aldıkları içki karşılığında istedikleri kadar öğle yemeği yiyebiliyorlarmış. Benzer stratejiyle 2007 deneme yılıydı. Herkes kendi ürününü pazarlayabilmek için bir şeyleri karşılıksız verdi. Paylaşılan her ücretsiz ürünün arkasında satışından daha fazla kar edilecek başka bir ürün ya da servis vardı. Örnek olarak Prince İngiltere’de yeni albümünü haftasonu gazetesine ek olarak ücretsiz dağıttı. Kimilerine bu deli saçması gibi gelse de birkaç ay sonra satışa çıkarılan tanesi 62 dolardan 140 bin konser bileti 20 dakika içinde tükendi. Bilet satın almak için telefonla arayanlar internet sayfasına girenler tüm sistemleri kitlediler. Konu ‘The Long Tail’ kitabının yazarı Chris Anderson’ın da ilgisini çekmiş olsa gerek ki 2008 yazında yayınlanacak yeni kitabının adı ‘Free’. Söylentilere göre kitap internet sitesinden ücretsiz dağıtılacakmış.

Yılın lansmanı: iPhone ve Halo 3
Apple, iPhone yıl sonu satış hedefi olan 1 milyon telefona fiyat düşürme stratejisiyle Eylül ayında ulaştı. Merak etmeyin iPhone üzerine daha tartışmayacağım. Konu üzerinde yeterince konuşuldu, yazıldı. Bence 2007 yılının süpriz lansmanı Halo 3 oldu. Lansmanının ilk gününde 170 milyon dolar, ilk haftasında 300 milyon dolar satış yapan video oyunu, “Yılın Blockbuster”ı tanımını Hollywood filmlerinin elinden aldı.

Yılın Satınalması: Wall Street Journal
Rupert Murdoch medya imparatorluğuna uzun kavgalar ve konuşmalar sonrasında Wall Street Journal’ı da ilave etti. 2008’e girerken satın alma sonrası belirsizlikler sürerken Murdoch’un küçük oğlu James gazetenin başına getirildi. 35 yaşındaki genç yöneticinin 2008 seçimlerinde izleyeceği strateji merakla bekleniyor. PQ Medya 2008 yılında politik kampanyaların reklam ve medya harcamalarının yüzde 43 artışla tarihteki en yüksek rakam olan 4.5 milyar dolara çıkmasını öngörmekte.

Yılın Trendi: Celeb-Zero
Bu sene ünlülerin kirli çamaşırlarının pazara çıkartıldığı bir yıl oldu. Günlerce televizyonlarda ünlülerin alkol, ilaç, uyuşturucu problemlerini dinledik. Paris Hilton’ın hapishanede geçirdiği panik ataklar ve yaşadığı depresyonun büyüklüğü CNN’de canlı yayında tartışıldı. Britney artık şarkıları ya da showları ile değil, kazara (!) gösterilen mahrem yerleri, kuaförde kısacık kestiği saçlarıyla gündemdeydi. Hollywood hemen yükselen bu trendle ünlülerin itibarını düşürdükçe düşürdü. YouTube ise bu trendi daha da ileriye götürerek herkesi elindeki telefon, kamera ile anlık paparazzilere çevirdi. 2008’de de bu trendin artarak devam edeceğini söylemek için pazarlama dehası olmamıza gerek yok sanırım.

Yılın Pazarlama Fiyaskosu: Beacon, Facebook
2004 yılında sadece Harvard öğrencileri için kurulan Facebook, kapılarını herkese açınca 2007 yılında bir fenemone dönüştü. Yıl sonu itibariyle 60 milyon kullancıya ulaşması beklenen Facebook için kurucusu ve CEO’su Mark Zuckerberg 100 milyar dolar fiyat biçiyor. Kasım ayında lanse edilen reklam paylaşım platformu Beacon ile Facebook kullanıcıları satın aldıkları ve önerdikleri ürün ve markaları arkadaşları ile paylaşır oldular. Facebook kullanıcılarının kişisel bilgilerinin bir anlamda reklam takip programı olan Beacon ile reklamverenlerle paylaşıldığı düşüncesi tüketici gruplarından tepki topladı. Kullanıcılarının tüketim alışkanlıklarından daha hızlı ve önde giden Facebook, Beacon programını aldığı olumsuz tepkiler sonrasında geri çekti. Bir önceki reklam paylaşım platformu olan Facebook Flyers’a geri dönüldü. Zuckerberg Aralık ayı başında yayınlanan bir blog postunda yeni reklam takip programı olan Beacon’dan Facebook kullanıcılarına çıkma şansı tanınmadığı için özür diledi.

Yılın Gururu: Muhtar Kent
Muhtar Kent’in 2006 yılında Coca-Cola gibi bir devin başına COO olarak geçmesinden, bir Türk olarak gurur duydum. Ardından Kent’in ismi başarılı satın almalar ve lansmanlarla WSJ, NY Times, AdAge ve bilimum basın organında övgüyle geçmeye başladı. 15 Aralık’ta Coca-Cola CEO’su Neville Isdell 1 Temmuz 2008 itibariyle yerini Muhtar Kent’e bırakacağını açıkladı. Waldorf-Astoria’da gerçekleşen Akbank Citi M&A galasında konuşma imkanı bulduğum Kent, gelecek amacının Amerika’da Türk yöneticilere bir yol açmak olarak belirtmişti. Umarım kendisinin bizlere açtığı bu yolda biz de Türkleri ve Türkiye’yi gururla temsil etmeye devam ederiz.
devamını okumak için tıklayın

Cumartesi, Kasım 17, 2007

Union Square Park’ta Robert’la hoş bir sohbet….

CSR (Corporate Social Responsibility) son yılların en çok konuşulan konusu. Firmalar sosyal sorumluluk projelerini ilk başta itibar yönetimi için birer araç olarak gördüler. Fakat zaman içerisinde büyüyen ve toplumda yer edinen projeler sayesinde sosyal sorumluluk itibar yönetiminden öte bir firsat olarak görülmeye başlandı. Ekonomistler ve yöneticiler CSR çalışmalarının bottom line’a olan etkisini tartışadursun Al Gore’un küresel ısınma üzerine yaptığı çalışmalarla Oscar’ı takip eden Nobel ödülü, sosyal sorumluluğu mainstream düzeyine indirdi ve bu konuda şirketlerden beklentiler daha fazla konuşulur oldu. Hayırsever arkadaşım Robert Tolmach ile konu üzerinde konuşma firsatım oldu.
OY: Robert, son zamanlarda neler yaptığını bize anlatabilir misin?
RT: Son birkaç yıldır kar amacı gütmeyen ChangingThePresent.org web sitesinin yaratılması ve lansmanı için çalışıyorum. Site ile daha fazla yardımın en az maliyetli ve en uygun şekilde ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasını hedefliyoruz. Fark yaratmak esasında online alışveriş kadar kolay ve rahat yapılabilmeli.

Bu amaçla ilk konsantrasyonumuz hediye vermek yerine yardım yapılmasını sağlamak. Şu an sadece Amerika’da hediye pazarı hacmi 250 milyar dolar. Bu inanılmaz büyüklükteki pazarın büyük çoğunluğu da Christmas ve yeni yılda alınan kalem, kravat gibi pek de işimize yaramayacak hediyelerden oluşuyor. Diğer taraftan baktığınızda dünyada ihtiyaçlar giderek artıyor. Her yıl 800 bin çocuk sıtma hastalığından ölüyor, dünyadaki kadınların üçte biri okuma yazma bilmiyor, her yıl 5 milyon insan önlenebilir veya tedavisi mümkün olan hastalıklardan dolayı kör oluyor, 1 milyarın üzerinde insan içecek temiz suya ulaşamıyor. Çevre konusundaki ihtiyaçlardan bahsetmiyorum bile.

ChangingThePresent.org bu konuda, pazardaki büyük bir boşluğu dolduruyor. Dünyayı daha iyi bir yere getirmek için verilen hediyeler. Tabii ki sevdiklerimizden aldığımız hediyelerin bizim için anlamı büyük. Bu özel anlarda verilen her hediye esasında çok özel bir yardım fırsatı. Öyle bir yardım ki arkadaşınız veya sevdiğiniz adına başka birine yardımda bulunuyorsunuz. Ayrıca ChangingThePresent hediye verme sürecine de renk katıyor. Vermek istediğin hediyeyi seçtikten sonra hediye kartını siteden tasarlayıp çıktısını alabiliyorsun. Tüm kartlarda yapılan yardımın resmini ve detaylı açıklamasını seçilen tasarım ve iletmek istenilen mesajla birlikte kişiselleştiriyoruz.

OY: ChangingThePresent fikri nereden aklına geldi?
RT: Sosyal sorumluluk projeleri üzerinde bir süredir çalışıyordum. Fakat sitenin yaratıcı fikri babam için hediye arayana kadar çıkmamıştı. Babam Florida tanınan saygın bir doktordur. Benim için bu kadar özel ve önemli olan bir insana yeni bir kravat iğnesi almak bana hiç de özel ve sıcak gelmedi. Fakat hayatında birçok başarıya imza atmış her şeyi olan bir insana nasıl bir hediye alıp kendisini özel hissettirebilirsiniz? Ben de ChangingThePresent fikrini oluşturdum.

Fikrin iş planını oluşturduktan sonra internet dünyasının önemli isimlerinden Ester Dyson’a, dünyanın en iyi ajanslarından biri olan Ogilvy&Mather’a ve sosyal liderlerden Nobel ödülü sahibi Jody Williams’a ulaştım. Hepsinden müthiş bir destek gördüm. Hepsi konuya sistematik yaklaştılar, 250 milyar dolarlık hediye pazarından kar amacı gütmeyen organizasyonlar için nasıl bir pay kapabiliriz diye hep birlikte düşündük, tartıştık. Tüm hediye verme ve yardım projesinin kişiye özel, özenilen ve kolay olmasını amaçladık.

Bu süreçte üç önemli nokta fark ettik. İlk olarak, site dünyadaki önemli olayları ve problemleri detaylı bir şekilde anlatan ve çözüm sağlayan bir kaynak olma durumunda. Şu anda dünya haberlerini kapsıyoruz ve bu konuda çözüm getirmek için uğraşan non-profit organizasyonlar ile birlikte çalışıyoruz. Danışman kurulumuzda yüz yirmi beşten fazla üyenin var olmasının bir sebebi de bu. Dünyada çözüm bekleyen o kadar cok farklı problem var ki her konuda konusunun üstadı olan kişilerden tavsiye alıyoruz.

İkincisi yardımverenler verdikleri para ile ne yapılacağını bilmek istiyorlar. Biz çevre konusunda çalışıyoruz demek artık yeterli olmuyor. Bağışları sayesinde çevre konusunda nerede ne yapıldığını nasıl bir fark yaratıldığını net bir şekilde duymak istiyorlar. Verilen her sentin nereye gittiğinin hesabını vermemiz gerekiyor. Siteyi kullanmanın kredi kartı kullanım masrafı dışında başka hiçbir maliyeti yok. Göreceğin üzere bağışladığın her doların ihtiyaç sahibine gitmesini sağlıyoruz.

Ve son olarak bağışta bulunma süreci evinizden online alışveriş yapar kadar kolay olmalı. Bürokrasi ve doldurulması gereken kağıtlar, birçok yardımseveri bağış vermekten soğutuyor. Sitede otuz üçten fazla amaca hizmet eden binlerce farklı yardım imkanları var. Küresel ısınma, açlık, eğitim, doğal afetler gibi somut, fark yaratacağınız birçok yardım fırsatından birisini seçebilirsiniz. Sitede göreceğin üzere kapsanan geniş yelpaze sayesinde istediğin kişiye uygun hediye bulabilmen gerçekten kolay.

OY: Sitede hangi yardım faaliyetlerini kapsıyorsunuz?
RT: Sevdikleriniz adına başkalarına yardım ederek onların tutku ve endişelerine yardımcı olabilirsiniz. Mesela sürpriz yaratacak uygun fiyatlı hediyelere bakarsak sıtma taşıyan sivrisineklerden çocukların korunması için cibinlik ya da imkanları olmayan fakat okumak isteyen bir çocuğun ilk kitabını alabilirsin. Görme özürlü birisinin katarakt ameliyatına katkıda bulunarak görmesini sağlayabilirsin. Bir köy için okul inşa edilmesine katkıda bulunabilirsin, yağmur ormanlarının korunmasına yardımcı olabilirsin.
Ayrıca kendi dilek listeni de oluşturabilirsin. Böylelikle sevdiklerimize doğum günümüzde veya özel günlerde nasıl bir yardımda bulunmak istediğimizi ve bizim için nelerin önemli olduğunu söyleyebiliriz. Mesela benim için küresel ısınma önemli ise çevre konusunda istek listesi oluşturabilir, sevdiklerinden bu konuda bağışta bulunarak yardımcı olmalarını isteyebilirsin. Eğer senin için önemli olan ve toplum bilinci oluşturmak istediğin bir amacın varsa bu konuda sitede bağış kampanyası da başlatabilirsin. Oluşturduğun kampanya hakkında detaylı bilgiyi internet sitesine yükleyip, arkadaş ve tanıdık çevreni bu konuda bilgilendirip harekete geçirebilirsin.

Site aynı zamanda kişisel yardımlar için de kullanılabilir. Yaptığın yardımın tam olarak nasıl kullanıldığını diğer bir deyişle verdiğin paranın nereye, kime ve nasıl gittiğine dair detaylı bilgi sitede mevcut.

OY: Uzun yıllar mimar ve yatırımcı olarak çalıştın. Birden nereden aklına geldi Philantrophist olmak?
RT: Bono’nun kendi aktivitelerini tarif etmek için kullandığı tanımı çok beğeniyorum. Kabaca söylersem “Dünyadaki problemleri görüyor, anlıyor ve bunlar hakkında bir şeyler yapabileceğini biliyorsan o zaman başka bir seçeneğin yok. Yapacaksın.” Ben de internetin gücünü kullanarak insanların dünyayı daha güzel bir yer haline getirmek için birleşmesini ve fırsatların topluluklara yaratılmasını sağlıyorum. Bundan daha anlamlı bir işi kendim için düşünemiyorum.

Bazen bir adım geri çekilerek yapılanlara bakıyorum da hepimiz bir olunca inanılmaz bir güç yaratabiliyoruz. ChangingThePresent sitesinde ben bunu sağlıyorum. Bu yeni verme şekli bir norm olduğunda yaratılacak yardım ve değişiklik en yoğun günlerde bile durmaksızın çalışmamı sağlıyor.

OY: Beğendiğin Philantrophist’ler kimler?
RT: Son yıllarda ChangingThePresent sitesinde çalışıyor olmam sosyal sektördeki birçok lideri yakından tanımam için iyi bir şans oldu. Yüz yirmi beşten fazla Philantrophist danışman kurulumuzda aktif olarak görev alıyor. Aklına dahi gelmeyecek en yaratıcı, çalışkan ve kendini adamış liderlerle tanıştım. Söylemem lazım ki her birine olan saygım sonsuz. Fakat bunların içinde iki tanesi var ki beni çok etkilemiştir. Bill Drayton, Ashoka’nin lideri olarak dünyadaki birçok sosyal yatırımcıya yön verip danışmanlık sağlıyor. Dünyada hiç kimse Bill kadar sosyal girişimciyi motive etmemiştir. Kimse onun kadar yaratıcı çözümler geliştirip inanılmaz sonuçlar elde edip milyonların hayatında değişiklik yaratmamıştır. Jody Williams Ban mayın tarlalari için yaptığı projeler sayesinde 1997 yılında Nobel Barış Ödülü ile onurlandırıldı. Özellikle kendisinin bu yolda bin üçyüzden fazla organizasyonu bir araya getirip motive edebilmiş olmasını takdir ediyorum.

OY: Yolda 10 dolar bulsan ne yaparsın?
RT: Tabii ki ChangingThePresent.org’dan hediyeler alırım. 10 dolar sayesinde Operation USA ile birlikte okul öncesi yeterli besin alamayan 28 çocuğa yemek sağlayabilirim ya da CarbonFound.org ile birlikte küresel ısınmaya karşı 4,000 lbs carbon alabilirim ya da First Book sayesinde dört çocuk için yeni kitap alabilirim.

Etiketler: , , ,

devamını okumak için tıklayın

Perşembe, Kasım 15, 2007

Bir albümün başına gelenler...

20 milyonun üzerinde albüm ve single satan Radiohead yedinci albümü “In Rainbows”u sadece kendi resmi web sitesinden pazarlayacak. En iyi albüm dalında 2 kere Grammy’e aday gösterilen grubun son albümünde 15 yeni şarkısı var. Fiyatı? Sen ne kadar istersen. Yanlış okumadın. New York Metropolitan Sanat Müzesi gibi Radiohead’in yeni albümüne de dinleyiciler istedikleri kadar para ödeyip şarkıları keyifle dinleyecekler.
In Rainbows albümü sadece grubun web sitesinden, radiohead.com’dan, dijital olarak indirilebiliyor. Siteye gittiğinizde albümün dijital ya da deluxe hangi versiyonunu istediğinizi belirleyip sepete atıyorsunuz. 40 pound olan deluxe versiyonda 3 format (CD, vinyl ve mp3) albümün yanında 8 bonus şarkı, içinde şarkı sözleri, fotoğraflar olan bir kitap, koruyucu bir kabın içinde gelecek ve dünyanın neresinde olursanız olun Aralık’ta size ücretsiz gönderilecek.
Dijital versiyonu seçenler için fiyat kutusunun yanındaki soru işaretine kliklediğinizde ‘It’s Up To You’ bilgisi geliyor. Şaşırıp soru işaretini tekrar kliklediğinizde ‘It’s Really Up To You’ mesajı beliriyor. Gruba koca bir sıfırdan başlayarak normal albüm fiyatından çok daha fazlasını verebilirsiniz.

İlk adım: Farkındalık yaratmak
Müzisyenlerin albüm satışlarından yüksek bir gelir elde etmedikleri bilinen bir gerçek. Sanatçıların büyük geliri konser ve konser satışlarından geliyor. Albümler de genelde toplulukları konsere gelmeleri için sunulan bir havuç. Temmuz ayında Prince, Planet Earth albümünü Mail on Sunday gazetesine insert olarak dağıtmıştı. Daha sonra 21 arka arkaya konser programı yok sattı. Babalardan Bruce Springsteen bile zaman içinde değişime uğradı. Sanatçının yeni şarkısı ‘Radio Nowhere’i internetten ücretsiz indirebiliyorsunuz. Lily Allen, Arctic Monkeys gibi yüzlerce müzisyen de MySpace’de albümlerini lanse ederek ünlü oldular.
Evet, güç müzik şirketlerinden artist ve dinleyicilere geçti. Fakat 20 sene içinde müzik şirketlerinin kaybolacağını düşünmek çılgınlık olur. Prince’in albümünün Avrupa satışları için BMG/Sony ile çalıştığını, meşhur olur olmaz Lily Allen’in EMI ile, Arctic Monkeys’in Domino Records’la kontrat yaptığını unutmamak lazım. Bence tüm sanatçıların en büyük arzusu albüm anlaşması yapabilmek. İnternet gibi yeni mecralar ismi duyulmamış sanatçıların fark edilmesini sağlıyor. Bir kere isimleri konuşulur oldu mu farklı kanalları kullanıp dinleyiciye ulaşabilmiş sanatçıların tamamı esas işi albümlerin pazarlanması ve dağıtımı olan kartellerle anlaşma masasına oturuyor. Ya da Radiohead gibi kemikleşmiş dinleyici kitlesine sahip gruplar ve sanatçılar interneti kendi avantajları için kullanabiliyor. Radiohead’in de önümüzdeki yıla yayınlanacak yeni albümü için birçok müzik şirketi ile konuştuğu biliniyor. Albümün eleştirmenlerden aldığı notu bilmiyorum ama istediğini öde felsefesi ile grubun süper bir buzz yarattığı gerçek. Şu an benim yazdığım bu makalenin bile Radiohead’e pazarlık masasında avantaj sağlağını unutmamak lazım.

Sermayenin paylaşımı
Raporlara göre iTunes’dan indirilen her 1 dolarlık şarkının 30 sentini Apple alıp 70 sentini müzik şirketine veriyor. Bunun da ancak 8 ile 14 sent arasında bir kısmı sanatçıya gidiyor. Yani dijital olarak satılan her albümden sanatçının 80 sent ile 1.4 dolar arasında değişen bir kazancı var. O zaman buradaki fiyat kırılım noktası nedir? Radiohead 1.5 doların üstünde para veren her dinleyiciden kar sağlıyor. Ama matematik bu kadar kolay olmamalı. Eğer aynı volume satışı daha iyi karla pazarlayabilmek bu kadar kolay olsa tüm bilinmiş sanatçılar müzik şirketlerini pas geçip aynı şeyi yapmazlar mı?
İstediğin kadar öde modeli tüm müzisyenlerin çalışmalarının büyük kitleler tarafından dinlenmesini istemesi aynı zamanda da yaptıkları işten yeterli para kazanabilme korkularını kapsıyor. Grubun karını ya da kaybını paylaşacak plak şirketi, dağıtım şirketi gibi herhangi bir aracı yok.

Bilimsel bir deney
Radiohead’in istediğin kadar öde sistemi hayranları ve müzik endüstrisi için ilginç bir gelişme olsa da ekonomistler ve pazarlamacılar için bir insan davranışı deneyi. Tüketiciler aynı ürün ya da servise sağlayıcısına göre farklı miktarlarda para veriyorlar. Richard Thaler’in 1985 yılında yayınlanan ‘Sahildeki Bira’ isimli çalışmasında, ekonomist sahilde güneşlenen susamışlara bir şişe favori biraları için verecekleri fiyatı sormuş. Bira sahilin arkasındaki lüks otelden geliyorsa susamış tatilciler ortalama 2.65 dolar verirken, sahilin yanındaki büfeden gelen biraya 1.5 dolar veriyorlar. Tatilciler otel sahibinin altında olduğu yüksek maliyetleri düşünmüyor olsa gerek. Tüketicisi ile yakın ilişki kurup kendilerini anlatan markalar ürünlerinde yüksek fiyat politikasının keyfini çıkarabilirler.

Bagel’dan çıkarılacak dersler
Benzer şekilde bir başka ekonomist, Steven Levitt, esasında bir araştırmacı olup da sonradan bagel satıcısı olan Paul Feldman’in topladığı bagel satış bilgilerini Freakonomics kitabında değerlendirdi. Paul, Washington’da 140’dan fazla ofise her gün bagel ve krem peyniri getirir. Bagel sepetinin yanına da hizmetinin karşılığı için bir kutu yerleştirir. Paul yıllar boyunca ne kadar bagelın kaybolduğunu, her gün ne kadar para eksik çıktığını, çalınan kutu sayısını not eder. Sonuçlara göre insanların bir ürün ya da hizmet için ödemek isteyecekleri bedel, ödemeden kurtulma şanslarına göre de değişiyor. Yakalanma riskinin daha yüksek olduğu küçük ofislerdeki çalışanlar büyük ofiste çalışanlara göre daha dürüst davranıp daha az para kaçırıyorlar. Ne yazık ki Radiohead hayranlarının omuzlarının üzerinden ne kadar ödediklerine dair bakacak bir kişi yok.
In Rainbows albümünde alınan radikal fiyatlandırma stratejisinin nasıl sonuçlanacağını henüz grup da bilmiyor. Grubun sözcüsü Murray Chalmers’a göre her ne kadar fikir istediğin kadar öde olsa da birçok dinleyici albümün raf fiyatını ödüyor. Çok az bir çoğunluğun hiç para ödemeden albümü indirdiğini belirtti. Fanları ile olan derin ilişkisiyle bilinen Radiohead’ın öz dinleyici kitlesi orta yaşa yakın, istediği sanatçıyı canlı görmek için yolculuk etmekten çekinmeyen, son çıkan albümleri satın alan bir kitle. Anlayacağınız müziği download edip para vermeden siteden çıkacak bir hedef kitle değil. Albüme ben ne kadar mı ödedim? Bu zamana kadar hayatıma kattıkları hüzünlü mutluluğa karşılık 20 dolar verdim.
devamını okumak için tıklayın

Pazartesi, Eylül 17, 2007

BRIC mi Türkiye mi?

VSS Communications Industry Forecast 2007-2011 raporuna göre 2006 yılında toplam iletişim harcamaları %6.8 artışla 885.2 milyar dolara çıktı. Aynı raporda popülerliği her geçen gün yükselen dijital reklamcılık sayesinde önümüzdeki beş yıl artışın pozitif yönde devam etmesi ve toplam harcamanın 2007 yılında 900 milyar dolar, 2011 yılında 1.2 trilyon dolar olması öngörülmekte.
Bu yılki raporda derinlemesine incelenen internet ve mobil servis harcamaları 2001 yılından 2006 yılına %10.3 CAGR ile 31.8 milyar dolara çıkmış durumda. 2006 yılından 2011 yılına %14.7 CAGR ile 63 milyar dolara ulaşıp 2011 yılında Amerika'nın en çok reklam alan mecrası olarak gazeteyi geçmesi öngörülmekte. Sözün özü, amerikada toplam internet reklam harcamasının önümüzdeki beş sene içersinde ikiye katlanması bekleniyor.

‘It is only a matter of time until nearly all advertisements around the world are digital.’ David W. Kenny, Digitas

Bünyesinde Saatchi & Saatchi, Leo Burnett gibi reklam ajansları, Starcom MediaVest gibi medya ajansları bulunduran ve Procter & Gamble, American Express, Hewlett-Packard, General Motors gibi global müşterilere hizmet veren Publicis Grup dijital reklamcılıkta dev adımlarla ilerliyor. 6 ay önce Publicis tarafından 1.3 milyar dolara satın alınan Digitas’ın CEO’su David Kenny New York Times’da yayınlanan röportajında Publicis Group’un yenilenen dijital stratejisinin detaylarını anlattı.

Bütçeler, toplu reklamcılıktan (mass advertising) hedeflenmiş medyaya doğru kaymakta.

Publicis reklamcılığı 30 saniyelik toplu reklam mesajlarından her tüketiciye uygun kişiselleşmiş mesajlara çevirmeyi planlıyor. Bu yolda global bir dijital network kurup kişiselleştirilmiş reklam üretimini maliyetlerin az olduğu ülkelere kaydıracak. Toplanan tüketici bilgisi ve geliştirilmiş bilgisayar algoritmaları sayesinde network hangi reklam mesajının hangi tüketiciye ne zaman gösterilmesinin daha uygun olduğuna karar verecek ve uygun mecra üzerinden – internet, cep telefonu, bilgisayar, televizyon vs. – gösterimi yapılacak.
Eskiden bir reklamın hedef kitleye göre birkaç versiyonu yapılırken şu anda aynı reklamın Amerika'da yüzlerce farklı versiyonu yapılıyor. Özellikle otomotiv markaları için farklı lokasyon, satıcı, hedef kitleye uygun tanıtılacak ürün özelliği derken binlerce çeşit versiyon olabiliyor. Artan internet ve mobil reklamcılık sayesinde 30 saniyelik reklamlar yerini kişiye özel iletişime bırakmakta. Kenny’nin tahminlerine göre internette kişiselleşen reklamlar sayesinde yakında tek bir reklamın dört bin taneye yakın versiyonu olacak. Teknoloji ilerledikçe de versiyon çesitliliğini arttırma ihtiyacı daha da artacak ve yineleme sayısında artış beklenecek.
Değişen tüketici medya tüketim alışkanlıklarının farkında olan reklamcılık dünyasında bu yolda henüz bir hareketlenme olmadığına dikkat çeken Kenny, Publicis’in önümüzdeki beş sene içerisinde yatırımlarının karşılığını fazlasıyla alacağına inandığı BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) pazarlarına konsantre olacağını söylüyor.
Bu yolda Publicis Ağustos başında hem Çin reklam pazarına ayak basmak hem de Çin’in iş gücünden faydalanmak üzere Communication Central Group’u satın aldı. Digitas Greater China olarak isimlendirilecek olan ajansın Çin’in beklenen %5’lik ülke büyümesine karşılık yurt dışından gelecek işler sayesinde %20’ye yakın büyüme oranı gerçekleştirmesi bekleniyor.

Çarpıcı bir örnek olarak Ogilvy&Mather’ın Hindistan’ın ucuz iş gücünden faydalanmak üzere Bangalore’da Lenovo’ya özel takım kurmasını verebiliriz. Lenovo için Ogilvy’nin Hindistan’da yarattığı reklam kampanyası şirketin bilgisayarlarını pazarladığı 60’dan fazla ülkede yayınlanacak. Ogilvy&Mather CEO’su Shelly Lazarus WSJ’a ‘Eski modelde New York, Londra’da işi düşünüp tüm dünyaya gönderirdik. Şimdi her yerde düşünebilir olma yetisine sahip olmak zorundayız. Müşterilerimiz markaları için daha fazla global düşündükçe biz de çalışma modelimizi ona göre değiştirmeliyiz.’ dedi.
Çok güzel... Pazardaki ihtiyacı görüp Publicis’i hızla harekete geçiren stratejisinin arkasındaki beyin olarak gördüğüm Kenny’i tebrik ediyorum. Aynı şekilde müşteri ihtiyaçlarına göre takımını şekillendiren Ogilvy de alkışlanmalı. Benim dikkatimi çeken neden bu büyüme pastasında Türkiye’nin yer almadığı, alamadığı... New York’ta reklamcılık işinde çalışan biri olarak Çin ve Hindistan’la iş yapmanın zorluklarını birebir yaşıyorum. Çin iş gücü maliyetleri her ne kadar düşük olsa da zaman, dil ve kültür farklılığından pek de arzulamadığımız bir opsiyon. Hindistan ise İngilizce avantajı sayesinde tüm iş birimlerinin dikkatini çekti, iş maliyetleri çok yükseldi. Şu anda elimdeki bir işi Mumbai’ye göndermekle Colorado’ya göndermek arasındaki maliyet farkı neredeyse sıfır.
Türkiye reklam sektörü, eğitimli iş gücü, teknolojiye yakınlığı ve ülke konumu sayesinde sahip olduğu potansiyelinin farkına varmalı. Hindistan ve Çin’e göre zaman dilimi olarak Avrupa'ya ve Amerika'ya yakınlığımız, benzer kültür yapımız, değişen koşullara hızlı adapte olup değiştirebildiğimiz iş yapış biçimimiz bizim için ayrı birer avantaj. Türkiye eğitimli gençlerini yurtdışına göndermeyip onları ülkesinde kullanmalı. Türkiye reklamcılık endüstrisinin elinde bulundurduğu eğitimli, birkaç dil konuşabilen iş gücü sayesinde bu aradaki farkı çok rahat bir şekilde kapatabileceğine, büyüyen global reklam pastasında hak ettiği dilimi alacağına inanıyorum.

Etiketler: , ,

devamını okumak için tıklayın

Salı, Temmuz 17, 2007

Bir Delinin Düşündürdükleri

Gartner verisine göre Dell’in global satışları geçtiğimiz sene içerisinde %16.4’ten %13.9’a gerilerken, HP %14.9’dan %17.6’ya yükseldi. Hewlett-Packard bilgisayar dünyasının yeni kralı olunca Michael Dell CEO’yu kovup işin başına kendisi geri geldi. Ilk aldığı karar da Dell bilgisayarlarının Wall-Mart ve Sam’s Club gibi marketlerde satılması oldu.
Aklıma geçen sene bu zamanlarda değerlendirdiğim HP’nin “The computer is personal again” diyerek Jay-Z, Vera Wang gibi ünlülerin bilgisayar kullanımlarını gösterdiği iletişim kampanyası geldi. HP’nin yıllardır taklit ettiği Dell’in stratejisini nasıl bir kenara itip lider marka olma yolunda ilerlediğini incelemeye başladım.

2006 yılı başında Palm’dan HP’ye sessiz bir şekilde gelen Todd Bradley onca PR krizinin içinde konsantrasyonunu tüketiciye ve HP fabrikalarına çevirerek trendlere çok hızlı cevap verebildi. Yükselen laptop satışlarında tüketicinin bilgisayarları görerek alma ihtiyacını anlayarak buna uygun strateji geliştirdi. Prada, D&G gibi ünlü moda tasarımcıların teknoloji markaları ile yaptığı anlaşmaların benzerlerini Best Buy, Circuit City gibi teknoloji satış kanalları ile yapıp, onları farklılaştıracak exclusive ürünler çıkardı. İletişiminde “Visit your local retailer” diyerek tüketicisini kendi internet sitesi veya telefon satış hattı yerine HP ürünlerinin satıldığı bu zincirlere çağırdı.

Pazar lideri ününe sadık kalarak kıvrak zekalı rakibinin liderliği ele geçirmesine izin verdi.
Telefon ve internet üzerinden tüketiciye direk satış yaparak bilgisayarların konfigürasyonuna izin veren Dell birkaç noktada açtığı Dell showroomları ile HP’nin yakaladığı dalgaya yetişemedi. Halbuki Dell tüketiciye direk satış yöntemiyle yarattığı değer sayesinde pazarda herkesin konuştuğu, üzerine kitapların yazıldığı, tüm marka danışmanlarının örnek gösterdiği bir başarı hikayesiydi. Dell’in genel kabul görmüş stratejisinden uzun süre dönememesi, sonrasında da olaylı bir dönüş yapması bana lider marka olmayı ve lider kalabilmeyi düşündürdü.

Kural 1: Lider öncüdür. Yapılmamışı düşünüp harakete geçer.
Yıllardır Colgate beyaz dişlerle, Pantene ise ahenkle dans eden saçlarla esas oğlanın/kızın gönlünün kazanılacağından bahsediyor. Alışılmış mesajlar tekrar tekrar farklı yaratıcı yollarda söyleniyor. Halbuki lider marka olmak için yapılmamışı yapmaktan korkmamak gerekli.

Starbucks bir kahve zinciri olmanın ötesinde bir eğlence merkezi olmaya calışıyor. Starbucks’tan en son “Atlantic 60th Anniversary R/B Classics Chosen By Ahmet Ertegün” albümünü aldım. Geçtiğimiz hafta Starbucks’ın çıkardığı Paul McCartney ”Memory almost full” albümü 160,541 satış rakamıyla Bilboard haftanın en çok satanlar listesine üçüncü sıradan girdi. Birinci sırada 171,000 satış rakamıyla büyük müzik kartellerinden birinin desteklediği T-Pain “Epiphany” albümü, ikinci sırada McCartney’nin biraz üstünde 162,000 satış rakamıyla Rihanna “Good Girl Gone Bad” bulunmakta.

McCartney’nin kariyerine baktığımızda 1997’de listelere ikinci sıradan giren "Flaming Pie" albümünden sonra Starbucks’tan çıkan 21. solo albümü listelere en yüksek sıradan giren albümü. Beatles’ın 2005 yılı albümleri "Chaos and Creation in the Backyard" yayınlandığı haftada listeye 92,000 satış adediyle altıncı sıradan girebilmişti. Yanlış anlaşılmasın bu başarıların arkasındaki isim bir “record company” değil, kahve satılan bir cafe zinciri.

Kural 2: Gerçek lider, başkalarının sağlayamayacağı özellikleri ile markasına ürününe tercih değeri sağlar.
Lider marka sadece satışları en yüksek olan marka değil kategorisine, tüketicisine ve diğer firmalara örnek olabilen bir markadır. Lider tarzına sahip olan markalar tüketicisini peşinden sürükler, kendi marka aşıklarını yaratır. CSD kategorisinde Coca-Cola tüketicisini bir marketten diğerine sürükleyebiliyor.

Başarılarıyla göğsümüzü kabartan Sayın Kent’in amacı iyi şirketlerin üst düzeylerine gelebilecek kişilere örnek olabilmek. AFS’nin Waldorf=Astoria’da düzenlediği gecede tanıştığım Muhtar Kent “Benim buradaki görevim benden sonra gelenlere bir yol açmak. Benim için önemli olan Türk yöneticilerin burada adını duyurabilmek, onlar için örnek olabilmek. Bizim de buradaki şirketlerin üst yönetimi kalitesinde iş gücümüz, yöneticilerimiz var. Fakat burada görev alan yok. Ben bu göreve gelerek benden sonrakilere bu yolu açtım. Eğer daha fazla Türk yöneticinin ileri çıkmasında en ufak bir katkım olabiliyorsa ne mutlu bana.” dedi. Muhtar Kent işinde başarılı bir yönetici olmanın ötesinde sahip olduğu lider kişiliği ile arkasından gelen tüm yöneticilerin örnek alacağı bir lider.

Kural 3: Lider, markasına ürününe aşıktır.
Birçok iletişimciden duyduğum bir söz. “Müşteri kendi ürününe aşık. Alt tarafı sabun satıyoruz. Bunun bu kadar abartılacak nesi var?” Bunu söyleyen ajansı, danışmanı direk kapının önüne koymak lazım. Sen ilk olarak kendi ürününe inanmıyor, güvenmiyorsan tüketicinin bunca rekabet içinde seni seçmesini nasıl bekleyebilirsin?

26 Haziran’da lansmanı yapılacak iPhone için Steve Balmer, Seth Godin, Ries gibi konusunun üstadi birçok profesyonel fiyasko beklentisi içindeyken Steve Jobs sürekli iPhone’nun ve Apple markasının arkasında duruyor. Jobs, Apple markasının gücü sayesinde AT&T’ye başka hiçbir üreticinin yaptıramadığı koşulları kabul ettirdi. İlk defa exclusive çıkan bir telefonun üzerinde operatör markası olmayacak. New York magazin Haziran kapağında iGod diye egosu ve ürününe olan kutsal bakışı eleştirilen Steve Jobs markasına olan tutkusu sayesinde kendi fanatik grubunu besliyor. M:Metrics’in Amerikada 11 bin cep telefonu kullanıcısı ile yaptığı araştırmaya göre 499 ve 599 dolara 2 senelik kontratla sadece AT&T’den satılacak olan iPhone’ın tahmini Pazar payı %9. İlk versiyonun Pazar karşılığı 19 milyon tüketici. Hesabını siz yapın.

Pazarlama planlarınızı stratejilerinizi hazırlarken lider marka olmanın ne demek olduğunu, gerekliliklerini bir düşünün. Bu yolda harcanacak emek ve saatlerin getirisi yüksek. Yüksek fiyatlandırma, yükselen satış eğrisi, artan tüketici sadakati ve tercih edilme oranları ilk aklıma gelen kazanımlar. Tabii bu arada tüm pazarın sizin ürünüzü kullanmasının vereceği hazzı düşünemiyorum.
devamını okumak için tıklayın

Cuma, Haziran 08, 2007

Heath Podvesker

90ların sonunda çok konuşulan dot-com şirketi DoubleClick, Google’ın bir online reklam firması için 3.1 milyar dolarlık satın alma teklifi vermesiyle tekrar gündeme geldi. DoubleClick internet balonunun patlamasıyla popülerliğini yitirip 2005’te San Francisco merkezli yatırım şirketi Hellman&Friedman tarafından 1.1 milyar dolara satın alınmıştı. Yeni yönetimle, DoubleClick email pazarlama servislerini, bilgi yönetimi ve analitik bölümlerini reklam servisi pazarına konsantre olmak amacıyla sattı. Şu an Amerika'nın en hacimli ve popüler internet yayımcısı ve reklamverenleri sayfalarına reklamların alınması ve sunulmasında DoubleClick’ten hizmet alıyorlar.
Google, DoubleClick’in reklam servislerini Google’ın reklam platformu ile birleştirmeyi planlıyor. Google birleşmenin online reklamların hedef kitleyi bulma, hizmet verme ve analizi için gerekli üstün araçların geliştirilmesine imkan sağlayacağını belirtirken tüketici grupları birlişmenin bir şirkete online dünyada çok fazla tüketici bilgisine bir anda ulaşım sağladığı için tehlikeli olduğunu savunmakta.

Ben de yakın arkadaşım Heath Podvesker ile konu üzerinde konuşma fırsatı buldum. XPlus One’da müşteri ilişkilerinden sorumlu başkan yardımcısı olarak çalışan Heath interaktif pazarlama trendleri üzerine Amerika ve Avrupa’da aranan bir konuşmacı. Harvard Business School’da Cyberposium’da teknoloji pazarlaması trendleri üzerine konuşan Heath, son olarak Advertising Age CMO Strategy köşesinde pazarlama uzmanlarına ‘Get empowered online’ diyerek seslendi.

OY: Heath, online reklamlarının teknik altyapısı nasıl işliyor? Kısaca anlatabilir misin?
HP: Amazon, Yahoo veya kullandığın diğer internet web sayfalarında reklam için alanlar önceden ayrılır. Bu alanları büyüklüklerine, tarzlarına ve bulundukları yere göre farklı farklı isimlendiriyoruz. Basit olması için biz şu an hepsine reklam alanı diyerek genelleyelim. Internet sayfalarına giren her kişinin IP adresinde yer alan tag’ler sayfanın yüklenmesiyle birlikte reklamın da önceden ayrılmış alana gelmesi için merkeze emir verir. Gelen emir ile sıralama, görünürlük ve daha birçok kısıtlamalara göre sayfaya en uygun reklam seçilir ve sayfada yayınlanır. Biz Amerika’da şu an tasarladığımız optimizasyon araçları sayesinde bu sürecin bir adım ötesine geçerek sayfayı yükleyen kullanıcıya göre en uygun reklamın yayınlanmasını sağlıyoruz. Dört mili saniyeden daha kısa sürede gerçekleşen bu süreci de kullancıya fark ettirmeden gerçekleştiriyoruz.

OY:Peki yayınlanan reklamların sayfanın içeriği ile ilişkisi nedir? Mesela Oprah’ın sayfasını kullanacakların birçoğu bayan olduğu için Oprah’ın sayfasında sadece bayanlara yönelik reklam yayınlanmasını bekliyorum. Bu doğru bir düşünce mi?
HP: Tamam Oprah’nın sayfasının genelde bayan kullanıcısı olduğunu tahmin edebiliriz. Fakat hangi yaş, hangi gelir seviyesinde, hangi bölgeden olduğunu bilmeden çok genel bir hedefleme yapmış oluruz. Örneğin sadece cinsiyete göre segment ederek American Express’in farklı yaş, cinsiyet ve gelir gruplarına hitap ederek sunduğu hangi kredi kartını yayınlayacağız? Bizim tasarladığımız optimizasyon araçları sayesinde şu an anonim bilgilerden kullanıcının %95 güven aralığında gelir seviyesini, yaşam standardını, ve aklına gelebilecek çocuk sayısına kadar detaylı bilgiye ulaşıyoruz. Böylelikle reklam sunumu sürecinde kullanıcıya en uygun hedeflenmiş reklamı yayınlayabiliyoruz.

OY: Bu bahsettiğin bilgilere nereden nasıl ulaşıyorsunuz?
HP: Burada tüketici demografik bilgileri Amerika İstatistik Bürosu (US Census Bureau) ve Claritas, Experion gibi bilgi madeni şirketlerinden rahatlıkla sağlanıyor. Bunun dışında kendi tüketici bilgini kullanarak modeler geliştirebilir, sahip olduğun bilgiyle yeni kampanyalar yaratabilirsin. Bir sebepten ötürü güvenilir üçüncü parti bilgisi elinde bulunmuyorsa hala güne, saate, bant genişliğine yada kullanıcının bulunduğu jeografiye göre modellemeler yapıp sürecini optimize edebilirsin. Biz burada tüm modellemeleri kullanıcının posta kodunu baz alarak geliştiriyoruz.

OY: Kullanıcıların gizlilik kaygıları konusundaki tavsiyelerin nelerdir?
HP: Bu kadar bilginin kullanıldığı bir süreçte çok önemli bir nokta. Anonim adayları optimize ettiğimizde, bulunabilecek kişisel bilginin, PII (Personal Identifiable Information), saklanmamış olması önemli. IP başlığından, cookielerden ya da başka kaynaklardan elde edeceğin bilgiyi kullanabilirsin. Fakat bireyin kimliğinin anonim olarak korunması için hiçbir kişisel bilgiyi saklayamazsın. O kadar kritik bir nokta ki gelişmiş sisteminde kullanıcıyı mevcut müşteri olarak tanımış olsan bile kullanıcı sisteme log in edip kendi bilgilerinin çıkmasını beklemeden önce kullanıcı ile yaptığın iletişimi kişiselleştirmemen gerekir.

OY: Son olarak optimizasyon diğer internet trendleriyle nasıl örtüşüyor?
HP: Optimizasyon internette her kullanıcı için içeriğin değiştirilmesi gibi daha büyük bir trendin içerisinde. Optimizasyon bir firmanın ürün ve servisleriyle ilgili en uygun mesajı her kullanıcıya ayrı ayrı yollayabilmesini sağlıyor. Amazon gibi firmaların filtreleme tekniklerinde yaptıkları işbirlikleri gibi optimizasyon da sunulan reklamın başarı şansının maximize edilmesini garanti ederek çevirme (conversion) oranlarını fark edilir bir derecede arttırmaya imkan vermekte. Bu yüzden reklamverenlerin medya bütçesinde online reklam kullanımının ve etkinliğinin önemi giderek artıyor. Son zamanlarda yaratıcılık, reklam bütçe kararı, mecra seçimi veya hedef kitlenin yakalanması gibi konularda verim oranının arttırılması için optimizasyon taktikleri yüksek oranda kullanılmaya başlandı.

OY: Heath, ilgin ve zaman ayırdığın için çok teşekkürler. Umarım yakında Türkiye’ye de gelme şansın olur.
HP: Verdiğin fırsat için ben teşekkür ederim. Konuşmacı olarak Avrupanın birçok şehrinde bulundum. Türkiye ile gelişmeleri Journal ve Times’dan sürekli takip ediyorum. İstanbul şu an ısrarla görmek istediğim birkaç şehirden bir tanesi. Umarım yakın zamanda gelme fırsatı da olur.

Please listen to his webcast based on the ad-age article by clicking here.
devamını okumak için tıklayın

Perşembe, Mayıs 24, 2007

Waldorf = Astoria'da Akbank Citi Galasi

Türk bankacılık sektörünün gözde bankalarından Akbank’ın %20 hissesinin 3.1 milyar dolara Citigroup’a satışı 17 Ekim 2006’da tamamlandı. Imzalanan ortaklık anlaşması, başkanlığını Murat Köprülü’nün yaptığı The American Türkish Society’nin (Amerikan Türk Cemiyeti - ATS) New York Waldorf=Astoria Oteli’nde düzenlediği gala yemeği ile kutlandı.

Amerika ve Türkiye arasındaki ticari, ekonomik, kültürel bağları ve karşılıklı anlayışı güçlendirmek amacıyla kurulmuş en köklü sivil kuruluşlarından birisi olan ATS, 1949 yılından beri New York’ta hizmet vermekte. Üç yıl önce merhum Ahmet Ertegün’ün önderliğinde, başarılı Türk - Amerikan iş ortaklıklarının kutlanıp, başarıyı sağlayan liderlerin “Kurumsal Ortaklık” ödülü ile ödüllendirilerek bu yolda diğer şirketlerin özendirilmesi, daha fazla başarılı Türk – Amerikan stratejik ortaklıklarının sağlanması hedeflenmiş.
AmerikanTurkishSociety.Org

Geçen sene ilk defa yapılan galada Ford Motor Company ile Koç Holding’in Ford Otosan ortaklığı kutlanmıştı. Geçtiğimiz Aralık ayında kaybettiğimiz dünyaca ünlü Türk müzik adamı Ahmet Ertegün bu sene ne yazık ki aramızda yoktu fakat ATS başkanı Sayın Murat Köprülü ve ekibi, Ertegün’den aldıkları güçle aynı amaç doğrultusunda hızla ilerliyorlar.

Bu seneki görkemli galada ise ABD finans devi Citi Group ile Sabancı Holding’in, Citibank-Akbank ortaklığı, Citi Group Başkanı Charles Prince ile Sabancı Holding Başkanı Güler Sabancı’nın da katılımıyla kutlandı. Galanın başkanlığını Teksas Eyaleti eski senatörü Phil Gramm, onursal başkanlığını ise Mica Ertegün yaptı. Elde edilen gelir ile ATS’nin Amerika ile Türkiye arasındaki ilişkileri geliştirmek amacıyla yürüttüğü programların destekleneceği geceye katılım yüksekti. Akbank Murahhas üyesi Suzan Sabancı Dinçer, Dünya bankası eski başkanı James Wolfensohn, Akbank Genel Müdürü Zafer Kurtul, Coca-Cola üst düzey yöneticisi Muhtar Kent, Türkiye’nin BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Baki Elkin, New York Başkonsolosu Mehmet Samsar, CHP’nin eski başkanı, gazeteci Altan Öymen, ünlü doktor Mehmet Öz olmak üzere Türk ve Amerikan toplumunun önemli simaları katıldı.

Gala yemeğinden önce düzenlenen kokteylde konuklarla konuşma fırsatı bulduk. İlk olarak Citi Group başkanı ve CEO’su Chuck Prince’e Türkiye ve Akbank birleşmeşmesi hakkında sorularımızı yönelttik.

OY: Türkiye gibi gelişen pazarların Citi’nin global iş yapış stratejisindeki önemi nedir? Türkiye ve bulunduğu bölge için tahmin ettiğiniz ekonomik gelişmeler nedir?
CP: Citi olarak Türkiyeye inancımız tam. Türkiye’yi kendimiz için çok öncelikli bir ülke olarak görüyoruz ve bu pazarda yüksek büyüme potansiyelimiz olduğuna inanıyoruz. Türkiye şu an dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden bir tanesi ve bizim Türkiye’de artan varlığımız bir kere daha Türkiye ekonomisine ve geleceğine olan inancımızın kanıtı.

Son dönemde Citi olarak büyüme ilgimizi uluslararası alanlara kaydırdık. Türkiye gibi büyüme potansiyeli yüksek pazarlara yatırımlar yapıyoruz. Bu model artan global müşteri portföyümüzün ihtiyaçlarına daha iyi cevap vermemizi sağlıyor. 2006’nın üçüncü ve dördüncü çeyreğinde ve 2007’nin ilk aylarında yaptığımız satın almaların büyük çoğunluğunu uluslararası ve gelişmekte olan pazarlarda yaptık. Örnek olarak Türkiyede Akbank ile yaptığımız stratejik ortaklığı, Çinde Guangdong Development Bank’ta ki stratejik yatırımımızı ve Güney Amerikada Grupo Financiero Uno ve Grupo Cuscatlani’ın satın alınmasını sayabiliriz.

OY: Akbank stratejik birleşmesi öncesi Türkiye’de Citi’nin diğer finans kuruluşları ile konuşmaları oldu. Fakat Akbank ile bir ortaklığa gidildi. Peki, neden Akbank?
CP: Akbank, Citi için ideal bir ortak. Akbank hızlı büyüyen dinamik Türk pazarında başarıları kanıtlanmış yetkin bir ekip tarafından yönetilen premium bir kurum. Bu birleşmeyi bizim için cazibeli kılan Akbank ile yaptığımız stratejik işbirliğidir. Birlikteliğimiz sayesinde uluslararası dağıtım kapasitemizi, birey ve kurumlara sunabileceğimiz dünya standardındaki finansal ürün ve servislerimizin bulunurluğunu artırdık.

OY: Geçtiğimiz yıllarda Citigroup azınlık hisse alarak kontrolünün kendinde olmadığı bir ortaklığa veya satın almaya girmedi. Citigroup’un Akbank ile yaptığı birleşme bize geçmiş dönem stratejisinde bir değişiklik olduğunu mu söylemeli yoksa Citigroup bir Türk bankası ya da genel olarak Türk bankacılık sektöründe hissesini arttırmayı planladığını mı?
CP: Güzel bir soru… Citi olarak azınlık hisseye sahip olduğumuz ortaklıklarda sahip olduğumuz strateji, kuvvetli bir yerel ortakla çalışmaktır. Türkiye’de de bu yüzden kendimize stratejik ortak olarak Akbank’ı seçtik, Akbank ile çalışıyoruz.

OY:.Birleşme süreci nasıl planlandı? Bu süreç içersinde iki şirketın kültürlerini ve yönetim biçimlerini detaylı olarak incelemişsinizdir. İki büyük kültür arasında ne gibi farklılıklar ile karşılaştınız?
CP: Net olması için, bir noktayı burada tekrar edeyim. Bu bir iş birleşmesi değil, stratejik ortaklık. Türkiye’de Akbank ve Citibank faliyetlerine birbirinden bağımsız olarak devam edecekler. Fakat birbirimizi tamamladığımız birçok alanda da iki organizasyon arasında bilgi ve expertiz değişimi yaparak iki grubun güçlerini arttırmayı umud ediyoruz. Iki bankanın da yönetici ekibi bu stratejik birlikteliği bir başarı hikayesine dönüştürmek için kararlı.

OY: Akbank ve Citibank’ın Türkiye ürün ve servis portföyleri için ne düşünüyorsunuz? Iki bankanın tüketiciye sunduğu ürün ve servisler birbiriyle uyumlu mu? Herhangi bir çapraz satış imkanı var mı?
CP: Stratejik işbirliğimizin çok erken aşamalarındayız. Henüz detayların formülasyonunu tamamlamadık. Şu aşamada müşterilerimize en uygun ürün ve servis portföyünü sunmak üzere her iki bankanın yöneticileri birlikte çalışıyor..

OY:Birleşme sonrası kısa ve uzun dönem planlarınız nelerdir? Gelecekte sizi ne gibi projeler bekliyor?
CP: Akbankta ki %20 hisse satın alımımız bizim Türkiyeye olan orta ve uzun dönem sözümüzün göstergesidir. Umarım ki Türk iş çevresi ve tüketicisi için ileride Akbank ile Citi’nin birlikte çalışarak üst düzey ürün ve servis yaratabilecekleri fırsatlar olur.

OY:Politik ve ekonomik olarak Türkiyenin uluslararası arenadaki geleceği Türkiyenin imajının nasıl algılandığına bağlı. Sizce Türkiye markası dışarıdan nasıl algılanıyor? Tekrar konumlandırılması gerekse hangi yönlerimize ağırlık vermeliyiz?
CP: Türkiye zaten yabancı yatırımcının ilgisi altında. Geçtiğimiz iki sene içinde ekonomik gücü, dikkate değer büyüme potansiyeli, dinamizmi, iş gücü kalitesi, yüksek produktivitesi, genç ve dinamik nüfüsu sayesinde Türkiye bu zamana kadar görmediği yabancı yatırımını gördü. Bu akışı devam ettirmek için Türkiye mevcut kapasitesini güçlendirmeli, Greenfield yatırımlarına öncelik vermeli, eğitime yatırım yapıp, özelleştirmeye ve mali disiplin gibi yapısal reformlara devam etmeli.

Geceye katılan önemli isimlerden bir diğeri de Muhtar Kent’ti... Keyifli olduğu her halinden belli olan Sayın Kent’le Coca-Cola’daki yeni görevi ve amaçları hakkında konuşma fırsatı buldum. Konuşmamızın önemli bir bolümünü özetlemem gerekirse...

OY: Muhtar Bey, Coca-Cola’da ki yeni pozisyonunuzu tekrar tebrik ederim. Başarılarınızla tüm Türkiye gurur duyuyoruz. Göğsümüzü kabarttınız. Sizin Amerikaya gelişiniz sonrasında da Wall Street Journal, New York Times gibi medyada Coca-Cola’nın Arizona Water, Glaceau’yu alacağına yönelik haberler çıktı. Bu haberlerin doğruluk derecesi nedir?
MK: Basında bu tür haberler sürekli çıkıyor. Doğruluk payı yok. Coca-Cola gibi büyük bir marka olduğunuzda bu şekilde yanıltıcı haberlerle karşılaşıyorsunuz.

OY: Siz göreve başlayalı bir süre oldu. Coca-Cola’nın kilit noktasına gelmiş ilk Türk yönetici olarak gelecek planlarınız nelerdir?
MK: Amacım iyi şirketlerin üst düzeylerine gelebilecek kişilere buradan örnek olabilmek. Benim buradaki görevim benden sonra gelenlere bir yol açmak.

OY: Nasıl bir yol?
MK: Amerikadaki şirketlerin üst yönetimine baktığında kaç tane Türk yönetici biliyorsun?

OY: Ne yazık ki ben bir tek sizi biliyorum Muhtar Bey...
MK: Fakat en az on tane Hindistanlı üst düzey yönetici tanıyorsundur. Benim için önemli olan Türk yöneticilerin burada önünü açabilmek, onlar için örnek olabilmek. Bizim de buradaki şirketlerin üst yönetimi kalitesinde iş gücümüz, yöneticilierimiz var. Fakat burada görev alan yok. Ben bu göreve gelerek benden sonrakilere bu yolu açtım. Eğer bunun başarılmasında en ufak bir katkım olabiliyorsa ne mutlu bana.

OY: Bu yolda sizi takip eden genç Türk yöneticilere ne önerirsiniz?
MK: İlişkilerine öncelik versinler. İş ve kişisel olarak tanıştıkları insanlarla iyi ilişkiler içinde bulunsunlar. Ilişkilerini sürekli canlı tutsunlar. İlişkilerinden yeni projeler, yeni atılımlar yapsınlar.


Gecede Türkiye gündemi ile sorularımıza cevap vermekten kaçınan Güler Sabancı Citi-Akbank ortaklığının önemine ve Türkiye ile Amerika arasında artan iş hacmine dikkat çekti. Yalnız gece hakkında konuşabileceğini söyleyen Sabancı gece boyunca konuklarla ve gazetecilerle şahsen ilgilendi, konuştu. Ne yazık ki sohbetlere doyamadan çalan zil eşliğinde gala yemeğine geçtik.



Yemek Akbank’ın “Türkiye’nin yaratıcı gücü” filmiyle başladı. UBS Başkan yardımcısı ve Texas eski senatörü Phil Gramm, Güler Sabancı ve Chuck Prince’i takdim ederken kullandığı esprili üslubla dikkat çekti. Güler Sabancı’yı dünyanın en başarılı iş kadınlarından birisi olarak tanımlayan eski senatör Güler Hanım’ın kariyerindeki ilk adımını “Türkiyedeki her başarılı ve akıllı bayanın yapacağı gibi lastik üretim fabrikasında işe başladı“ diye tarif ederek yerli yabancı tüm konukları gülümsetti.

Güler Sabancı konuşmasına rahmetli Sakip Sabancı’yı ve Ahmet Ertegün’ü anarak başladı. Büyükbabası Hacı Ömer Sabancı’nın mezar taşında yazanları örnek göstererek ticarette olması gereken iki koşulun dürüstlük ve paylaşım olduğunu söyledi. Sabancı, doğru ortağı “bir işe katkı getirebilecek olmak elbette önemli ve olmazsa olmaz bir koşuldur. Ama asıl kastettiğim, manevi değerler. Fikirlerin buluşması, varış noktamız ve bu noktaya nasıl varacağımız konusunda ortak vizyon oluşturma, değer paylaşımı, ortak bir kalite anlayışı, düşüncelerde zarafet.” olarak tanımladı. Citi ortaklığı için ”Üniversite müzemiz uluslararası bir ortaklığa gitmeye karar verdiğinde Louvre’u seçtik. Seçimimizde sadece işin mali yönleri değil, kalite, değerler, vizyon, bir mirası korumanın önemi konularında ortak bir anlayışı paylaşıyor olmamız belirli oldu. Aynı şekilde, Akbank için kendimize bir ortak seçerken finans dünyasının Louvre’ını seçmiş olmamız bir tesadüf değildi” dedi.

ATS’nin kendisine verdiği ödülü Phil Gramm’dan alan Citi başkanı ve CEO’su Chuck Prince konuşmasına “Türkleri çok seviyorum” diyerek başladı. Türkiye’yi ve Türkleri bir cevhere benzeten Prince, Citi olarak Akbank ortaklığından ne kadar heyecanlı olduklarını belirtti. Konuşmasında Akbank’ı “Türkiyenin en iyi, dünyanın da en iyi birkaç bankasından biri” olarak nitelendirdi ve Akbank’la aynı ekonomik amaçları ve dünyayı daha iyi bir yere getirmek konusunda benzer görüşleri paylaştıklarını söyledi.

Gecede cemiyetin onursal başkanı ve Atlantic Records’un kurucusu dünyaca ünlü Türk müzik adamı Ahmet Ertegün’ün anıldığı bir film de gösterildi. Kendini Türkiye’yi ve Türkleri ABD’ye en doğru şekilde tanıtmaya adamış olan Sayın Ertegün’den bahsedilirken duygusal anlar yaşandı. Konuklar gecenin ilerleyen saatlerinde Joey Morant & Catfish Stew’in hızlanan caz parçaları eşliğinde danslar edip eğlendi.

Etiketler: , , ,

devamını okumak için tıklayın

Salı, Mayıs 15, 2007

Loves it!!! A great brand manifesto!

HOW DID AIR TRAVEL BECOME SO BLOODY AWFUL?
First, they took away the meals. Then, the pretzels. And then, the peanuts. All seven of them. Then, suddenly, those paper pillows got smaller. Along with those "comfort-resistant" blankets. Then, poof, they were gone. Then, well, the buggers got clever..
No, brilliant. They started charging you for more of their awesomeness. Like $5 for a box of mini meat logs and a delicious "cheese-flavored" spread. And $2 for a pair of headphones you don't want, so you can watch a film nobody wants to watch. However, you got smart too. Figured out a way to beat the system. And armed with your tasty pre-made airport baguette, you decide you'll flip through the in-flight magazine instead. Maybe do a little shopping. Get the holidays out of the way in one shot. After all, nothing says "Hey mum, thanks for giving birth to me" more than an electric shaver/waffle maker. So, you reach into the seat pocket in front of you. And when you do, there it is. Just like you've always wanted. (Drum roll, please.) A handful of crusty used tissues. Yes, indeed. Flying has gone a bit pear-shaped lately. It's no wonder why instead of enjoying flying from point A to point B all we want to do now is catch Z's. Pity. That's not how flying used to be. Flying used to be special. Not long ago people used to get gussied up. Carry fancy suitcases. Wear derbies or something like that.

At one time in our lives the idea of air travel got us all jazzed. Wait. Americans don't say, "jazzed". Pumped. Getting your passport stamped for the first time pumped. The Grand Canyon is on the left side of the aircraft pumped. Wilbur and Orville pumped. Not that you should ever attempt to fly a plane yourself but that's not the point. The point is, after you check in at the gate, you shouldn't feel like service has checked out. Flying should make you feel like you're a virgin again. (Flying-wise, of course.) It should feel new. And on Virgin Atlantic Airways it will. Yes, we could go into all the details that do, in fact, make it different-like complimentary coctails, personal televisions and proper meals (yes, one that require utensils). And in our Upper Class cabin, a free onboard masseuse and fully flat bed-but you probably don't have time to read about that. Nope. Especially now since you've spent the last five minutes reading a large airsick bag. But doesn't that say something about you? not that you have a athing for airsick bags. Or that you collect them. What we think it says is, you agree with us: Flying shouldn't make you sick. Or tired. Or sick and tired. Unless you had a long night out at the pub. Anyway, if any of you out there are about to travel on Virgin Atlantic, cheers. Time to rinse that bad taste of flying out of your mouth. If not, we say try to enjoy your next flight. And oh, you might want to take this with you. virginatlantic.com

Virgin atlantic
go jet set, go!

devamını okumak için tıklayın

Salı, Mayıs 01, 2007

Sizde de super ajans sendromu olabilir...

Mayıs ayı… Yeni yıl pazarlama planı telaşına mı düştünüz? Aza koysam dolmuyo doluyo koysam almıyor diye çevrenizden yardım mı bekliyorsunuz? Süper iş adamları, yönetim danışmanları, popüler pazarlamacılar, reklamcılar.. Kimseler derdinize çare bulamıyor mu? Sizden illa ki yenilikçi, başarılı, sonuçları ölçülebilen, iddialı kampanyalar mı bekleniyor? Sıradan olmanın anlamını unutalı uzun yıllar mı oldu?
Uzmanlar bunun mükemmelliyetçilik kadar ajansınızdan da kaynaklanabileceğini söylüyor. Mediacat’in bu sayısında yer verdiğimiz testi çözerek 10 soruda ‘süper ajans sendromu’nun sizi de pençesine alıp almadığını anlayabilirsiniz.

1. Sabah rutinizi en iyi hangisi tanımlar?
a. Günlük gazeteleri tararırım. Ajansım da yurtdışı kaynaklı beğendiği haberleri göndermiştir, onlara bir göz gezdiririm.
b. Bugün 3 sunum, yarına 2 toplantı var. Allah yardımcımız olsun.
c. Hüseyin Efendi’nin köpüklü kahvesi olmadan güne başlamam.

2. Müşteri temsilcimle en son konuşmamda...
a. Geçen yaptığımız çalışmanın geri dönüşlerini tartıştık.
b. Ah ne olacak bu youtube’ın hali diye dertleştik.
c. Jimmy şu mu çu mu... Neydi şu bizim kızın anlattığı ‘in’ ayakkabılar?

3. Ne sıklıkta ajansınızla görüşüyorsunuz?
a. Önemli olan sıklık değil, kalite...
b. Sabahları yapılacak işlerin üzerinden geçmek için, bir de gün içersinde soruları olup olmadığını bahane ederek işlerin ne aşamada olduğunu anlamak için telefonla ararım.
c. Ajansım saolsun google gibidir. Aklıma ne zaman bir soru gelse ararım.

4. Strateji nedir?
a. Ajansa verilen iş briefindeki hedefe ulasılması için birlikte izlenecek yol
b. Ajansın strateji departmanındaki çocukların ekmek kapısı
c. Bu soru şaka olmalı!

5. Ajanstan kampanya istediğimde...
a. Hershey Time Square’de bir billboard istemiş de Ogilvy tüm dükkanı tasarlayıp gelmiş ya. Hah! Benim ajansım yanında Ogilvy halt etmiş. Ben ajansımdan bir kampanya isteyeyim... Cep telefonu melodisine kadar full kampanya ile bangır bangır geliyorlar.
b. Ajansımız iş fikirlerimizin en yaratıcı nasıl sunulması gerektiği konusunda bir numaradır. Beklentimizin tam karşılığını her zaman yerine getirmişlerdir.
c. Toplarız güzel kızları, delikanlıları... Bir de arkaya halkın diline pelensek olacak bir melodi bastık mı... Bundan daha iyi kampanya mı olur?

6. Ajansınızda yaratıcı süreç nasıl işliyor?
a. Müştemlerin bizim sesimizi, strateji departmanın tüketicinin sesini kullanarak çizdiği sınırlar içersinde, yaratıcı ekip en fazla etki yaratacak fikrin peşindedir. Yaratıcı fikrin farklı departmanlardan, seviyelerden, hiç beklenmedık yerlerden ve kişilerden çıktığı oldu.
b. Ajans özel tasarlanmış toplantı odasında yaratıcı toplantılar düzenler. Burada fikirlerini tartışır, konuşur, karara bağlarlar. En beğendikleri üç fikir üzerinden biz karar veririz.
c. Bizim çocuklar fikir bulurken çok eğleniyor! Bunlara bu kadar parayı boşuna veriyoruz.

7. Kampanya sunumlarını kim ne sekilde yapıyor?
a. Birlikte çalıştığım ekip, uzmanlık alanlarına göre neyi nasıl düşünüp nasıl bir yaratıcı süreçten geçtiklerini anlatır, bizi de sürece dahil eder.
b. Ajans başkanı ile bizim patron ayaküstü muhabbette kampanyayı çıkarır. Biz de arkadan eksikleri tamamlarız. Bilenler bilmeyenlere anlatır.
c. Şimdi sunum da nereden çıktı? Hadi hep birlikte şu yeni açılan restaurantı deneyelim. Ajans şu reklamda oynayacak castingi de getirsin... Aramızdaki buzları bir eritelim.

8. Yurt dışı pazarlar, reklam kampanyaları diyince aklınıza ilk neler geliyor?
a. Ajansın yıllık sunumları, haftalık reviewler, trend sunumları, günlük mailler...
b. Bir daha subservientchicken lafını duyarsam şurada kusucam.
c. Bizim ajans çok ilgili. Başkan daha geçen gün orası senin burası benim gezdi geldi. Ne yazık ki bizim yaptığımız işin yurtdışı karşılığı yok. Biz Türkiye’ye iş yapıyoruz. Elin yabancısı ne anlar buranın işinden?

9. Peki Medya desem?
a. Medya ajansım ile reklam ajansım koordineli çalışır. Kullandığımız mecra yaratıcı fikri vezir de rezil de edebilir.
b. Yaratıcı sunum sonunda bir 5 dakika medya planının üzerinden geçiyoruz. Tahmini GRP, CRP gibi tüm önemli detayları kısaca tartışır, sonuca bağlarız.
c. Ofisle ev arası telefonda konuşup işi bağlıyoruz.

10. Medya bütçesine ne demeli?
a. Geçmiş kampanyalarda elimizdeki bütçe ile yaratılan etkiye, hedef kitleye, yaratıcı fikre ve en önemlisi ulaşmak istediğimiz hedefe göre medya ajansının analizlerine, reklam ajansının önerilerine bakarak medya bütçesine şekil veririz.
b. Kendi param olsa ajansımın önerilerine gene aynı bütçeyi yatırırdım.
c. Benim param mı canım? Yapıyoruz reklamı satıyor işte. Bas bas paraları Leylayaaaa.... Bir daha mı gelecez dünyayaaaa....


A’lar çoğunluktaysa: Ha alim olsan ha zalim olsan!
Tebrik ederim. Dünya kalitesinde çalışan bir ajansınız var. Anlaşılan ajansın dünyadan, trendlerden de haberdar. Seni elinden geldiğince donatıp, markalarına katkıda bulunacak her türlü bilgiyi seninle paylaşıyorlar. İş hedeflerin ve beklentilerin konusunda ajansı doğru bilgilendirmen gelecek yaratıcı fikirler için çok önemli. Unutma ki önemli olan kısa süreli iyi kampanyalar değil uzun dönem akıllara kazınacak bir kampanya. Bu konuda ajansına hareket edecek alan bırak. Markaların konusunda seninle açıklıkla konuşabilecekleri ortam yarat. Ajansın zaten senin beklentilerinin üzerine çıkmakla tatmin oluyor. Fakat seninle aynı taşın altına elini koyan ajansının da bir gemi dümeninin arkasında olduğunu unutma. Geri gönderdiğin pizza fişleri esasında senin için harcanan uzun saatlerin kanıtı. Senin için çalışan ajansın hevesini kırmaya gerek yok. Senin ihtiyacın olan önündeki fırsatlara konsantre olup, küçük detaylara biraz boşvermek.

B’ler çoğunluktaysa – Kendime yeni bir neden lazım!
Çoğu pazarlama uzmanı gibi günü kurtarıyorsun. Üzerinde kaldırabileceğinden daha fazla yük olduğunun farkındasın ve bu kadar sorumluluğun altından nasıl kalkabileceğine yönelik kendince çözümler geliştirmişsin. Her kötü iş ajansın, her başarı senin... Ne de olsa ajans sözünden çıkmıyor, çıkamıyor. Bu stratejiyi devam ettirebilmek için de üstlerinle iyi ilişkiler içersindesin. Tecrübe her işin olmazsa olmazı. Günlük işler biraz koşturmacalı, kavgalı ama bir şekilde tıkırında ilerliyor. Yani şimdilik! İlerleyen yıllarda ajans müşteri direktörünü kendi koltuğunda görmek istemiyorsan hemen şimdi anlatacağım planı yürürlüğe koy. Önümüzdeki bir ay boyunca günlük işlerini takımından güvendiğin bir pazarlama uzmanına ver. Sen de bu zamana kadar markan için yapılanları düşün. Araştırmalar, kampanya sunumları, medya sunumları, yönetim danışmanlarının yaptığı analizler, trendler... Bunların bir listesini çıkar. Takımını toparla ve markaların için önümüzdeki dönem çok konuşulacak, satışları attıracak ajans arayışına hemen başla. Sonra da arkana yaslan ve birazcık gevşe, herşey çok güzel olacak!

C’ler çoğunluktaysa – Geçen günlerin hesabını kimlere sorarım!
Tebrik ediyorum. Pazarlama ekibin sayesinde reklam ve pazarlamadan anlamayan ama gene de iş yapan bir ajans var. Sana tavsiyem ajansını direk çöpe at. Daha sonra da boyle bir ajansla bunca zaman çalışan pazarlama ekibine bakmanda sağlık var. Ancak bunların hiçbiri gerçek çözüm değil. Gerçek çözüm için kendi içine dön ve bu hafta içinde yapman gereken en önemli üç şeyi yaz. Unutma sadece üç madde! Bunların kaç tanesi için hevesle yanıp kavrulup gece uykularından oluyorsun? Hiçbiri mi? Burada hissedarların uzun vadede bu işten zarar görmemesi için anahtar sözcük sorumlulukları bir profesyonele delege ederek şirketi bir bilene emanet etmek... Hem herkesin ehemmiyetli iş adamı olmasına da gerek yok ki! Yöneticiliğin hem fizyolojik hem de psikolojik yan etkileri olduğu kanıtlanmış bir gerçek. Sen kumsalda uzanırken, senin işini senden daha fazla sahiplenip senin yerine stres olacak bir çok zehir gibi yönetici var ortamda. Senin tatlı canını üzmene ne gerek var?

Etiketler: , , ,

devamını okumak için tıklayın
eXTReMe Tracker